21.YY'DA CEHALET VE MODERN KÖLELİK DÖNEMİNDE “NEME LÂZIM BE SULTÂNIM!”
Üretmediğimiz bilimin sanallaşmış sistemi girdabında inançlar ve nefislerin eşliğinde ruhların adeta birer pinpon topu misali dijital duvarlar arasında bir cinnet toplumu yolunda hızla ilerliyoruz
millivicdan.org - Toplumsal politizasyon öyle bir hale geldi ki Camideki İmam'dan Kışladaki askere hatta elinde adaletin tokmağını taşıyan hakime kadar kör tarafgirlik bilişimin baş döndürücü sanallığında cehaletin babası Ebu Cehil'e meydan okuyor”¦
Biz bugün burada ülkede bilişim düzeni üzerinden kurulmuş soygun düzeni ve onları denetleyecek mekanizmaların olmayışını ileride ele almak üzere bu tarafını atlayıp diğer 21.yy Cehalet ve Bilişim Çağında Modern Kölelik Düzeni başlığı ile zihinlerde bir kıvılcım çakmaya çalışacağız”¦
21.yy'da CEHALET DÖNEMİ;
Toplumsal politizasyon öyle bir hale geldi ki toplumun %40 kadarı sadece Tayyip ERDOĞAN düşmanlığı üzerinden yaşamına anlam katmakta, diğer %40 kadarı da onu savunmakla varlığına değer katan bir körtafgirlikle yetmedi bütün enerjisini üretiminde yer alamadığı bilişim teknolojisiyle sanalda yada sokakta buharlaştırmaktadır.
Bu %80'lik orana birde %10 kadar Hekim Sinan'ın “akıl hastaları çoğaldı gel de TIMARHANENİN başına geç” diyen padişaha ; Öküz gibi rahat yaşam uğruna merkepleşenler diye tarif edilenleri katınca aslında nasıl bir Cehalet ve Modern Kölelik düzenine mahkum olduğumuzun da açık göstergesidir.
Belki komperkanyan (kendikendisiniyiyenorganizma) düzeninin kısa vadede değişmesinde bu düzene müsebbip olanlar ve etraflarının insafa gelmesiyle hafifleyebilir. Ancak 21.yy Cehalet Dönemi ile Bilişim Çağında Modern Kölelik dönemine mahkum edilişimizi oturup bu ülkenin farklı görüşlerden farklı alanlardan vicdan ve ilim sahibi düşünürlerin bir araya gelip ilmi zeminde analiz edip çözüm bulması kaçınılmazdır.
Böylesine bir çalışmayı yapmak “SOSYOLOJİK BİR ÇANAKKALE MÜDAFASIDIR” diye düşünüyorum”¦
BİLİŞİM ÇAĞINDA MODERN KÖLELİK DÖNEMİ
Üretmediğimiz bilimin sanallaşmış sistemi girdabında inançlar ve nefislerin eşliğinde ruhların birer adeta birer pinpon topu misali dijital duvarlar arasında hareketli çarpmayla gerilemesi ile bir cinnet toplumu yolunda hızla ilerliyoruz...
Bir tarafta terörün mekanizmal ölümleri yürekleri yakarken bir tarafta yaşamını liderleriyle anlamlaştırıp düşünce ve merhamet fukaralığı girdabına boğulmuş medya silah sörlerinin tacizi altında her gün ölüp ölüp dirilen bir dünya cehenneminde yanıp kavrulmaktayız...
Milliyetçi/ Muhafazakarlığın,devlet kurumlarında yaptığı yükseliş trendi bir zaman sonra maneviyat sermayesine ihale etmek gibi yanlışa sapma eğilimi ise tehlikenin boyutunu daha da artırmıştır”¦
Devlet içerisinde maneviyatın sermaye sahipleri ile vatan sevdalılarını devleti yaşatma azminin isteksiz ittifakı bu ömür ne kadar daha uzatmaya yetebilir diye endişeliyim.!.?
Üretimde kendini ispat ve fert ile millet olmanın duygu ve estetiğinin ahlaksal var oluşu için çok geç diyenlere de katılmıyorum...
Zevkle Huzurun yol ayrımında, huzurun kalıcılığını keşfetmiş aile temelli sayısal azınlığın Milli Vicdan ekseninde çelik bir omurga oluşturması ve modelsel bir yansıma ile bu toplumu modern köleliğinin girdabından çıkaracağına olan inancınızı da asla kaybetmemeliyiz..
Bunun aile pedagojisi ve eğitim pedagojisinin sistemsel yapılması ile çeyrek yüzyılda ülkenin yeniden dirilişi ve yeni çınarların da temelini atacaktır. Ve bu hafızası kaynağına bağlı anlamlı dar alanın pozitif sosyal evrenselleşmesi ile Türk-İslam medeniyetinin insanlık ailesine büyük katkı da sağlayacağı da aşikardır.
Biz buradan Milli Birliğin bir medeniyet İNŞAASI çerçevesinde buluşmasına vesile olması dileği ile Milli Vicdan İlmi Düşünce Platformu Üyesi Dr.Ahmet İZEETGİL beyin “nesil yetiştirme” vurgusu ile Uzm.Dr.M.Çağdaş CAYIR beyin paylaştığı tarihi vesikalar ile seslenmek istiyoruz.
Kanuni Sultan Süleyman ve Yahyâ Efendi
“Neme lâzım be Sultânım!”
Kanuni Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini hayâl eder, günün birinde “Osmanoğulları da inişe geçer çökmeye yüz tutar mı?” diye derin derin düşünmeye başlar... Bu gibi soruları çoğu zaman süt kardeşi meşhur âlim Yahyâ Efendi'ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahyâ Efendi'ye gönderir... “Sen ilahî sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları'nın âkıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?” şeklinde mektubunu gönderir.
Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahyâ Efendi'nin cevabı bir bakıma çok kısa, bir bakıma içinden çıkılmaz bir hâl alır:
Topkapı Sarayı'nda bu cevabı hayretle okuyan Sultân, bir mânâ veremez. Yahyâ Efendi gibi bir zâtın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar: “Acaba bilmediğimiz bir mânâ mı vardır bu cevapta?” Nihayet kalkar, Yahyâ Efendi'nin Beşiktaş'taki dergâhına gelir. Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:
“Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!”
“Sultânım sizin sorunuzu ciddiye almamak kâbil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.”
“İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “neme lâzım be Sultânım!” demişsiniz. Sanki “Beni böyle işlere karıştırma” der gibi bir anlam çıkarıyorum.”
“Sultânım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şâyi olsa, işitenler de “neme lâzım” deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryâdı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimâd ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir...”
Bunları dinlerken ağlamaya başlayan koca sultan, söyleneni başını sallayarak tasdîk eder, sonra da kendisini böyle ikaz eden bir âlime memleketinin sahip olduğu için Allah'a şükreder. Yahya Efendi'ye ise bu tür tembihlerini mutlaka söylemesi gerektiğini anlatır.
İlgili mektup, Topkapı Sarayı'nda sergilenmektedir.
“Artık Allah için birbirimizle uğraşmaktan vaz geçelim. Artık bu fırkalara, bu melun tefrikalara nihayet verelim. Biliyorsunuz ki şarkta, garpta, şimalde, cenupta ne kadar Müslüman varsa hepsi mahkum! İşte o zavallıların şimdilik dinlerini olsun muhafaza edebilmeleri de şu hükumet (DEVLET) sayesindedir. Maazallah şu son Müslüman hükümeti de yıkılacak olursa Rusya'daki, Çin'deki, Hind'deki Cava'daki elhasıl dünyanın her yerindeki yüzlerce milyon Müslüman artık dinine sahip olamayacak. O zaman biz yalnız kendi derdimizi değil, dört yüz milyon ibadullahın vebalini de yükleneceğiz. Ne dünyayı görecek gözümüz, ne huzur-u Rabbül'alemine çıkacak yüzümüz kalmayacak.”
Bu mısralar kim tarafından ve ne zaman yazıldı birliyor musunuz? Bugün yazılmadı. Bundan tam 101 sene önce Kasım 1914'te, Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine Mehmet Akif Ersoy tarafından yazıldı.
SONUÇ:
Osmanlı Olmak için ille Selçukluyu yıkmak gerekmiyor..?
Ancak Selçuklu Osmanlı olmayı başarabilseydi SONSUZLAŞIRDI gerçeğini İDRAK ETMEK gerekiyor”¦